Blogger templates

21 Ekim 2014 Salı

KLYTİE

Apollon kendini bitap düşmüş hissettiği bir akşam üstü Phtya kıyısına indi ve yakıcı kumun üzerinde dolaşmaya başladı. Yıllar boyunca izlediği ve yönettiği kanlı savaşlardan sonra bu yürüyüş ona çok şiirsel gelmişti. Savaşın anlamsız olduğunu düşünerek denizi dinledi ve huzurlu bir hayatın ne kadar iyi olduğunu anladı.

O sırada az ilerden gelen bir şarkının büyülü mısralarını işitti. Uzun süre yerinden kımıldanamadan şarkıyı dinledi ve ancak şarkı bitince kendine gelebildi. Şimdi şarkıyı söyleyen kadını görüp onunla tanışmak istiyordu. Kendisini görünmez kıldı ve ilerlemeye başladı. Karşısında daha önce hiç görmediği güzellikte ve saflıkta bir kız görünce şaşırdı ve ona daha da yaklaştı. Kız uzun beyaz bir elbise giymiş boynuna ise Marmara denizinin eşsiz incilerinden yapılmış bir gerdanlık takmıştı.

Yeni bir şarkıya başlarken eğildi ve kıyıdaki incilerden toplamaya başladı. Apollon uzun bir süre kızı izledi ve ona aşık oldu. Artık daha fazla dayanamayacağını anladı ve kendi suretine bürünerek kızın karşısına çıktı. Kız ilk olarak Apollon’dan ürküp geri çekilse de, gözleri ondan hoşlandığını gizleyememişti. “Benden korkmana gerek yok” dedi Apollon, ağır adımlarla ona doğru ilerledi ve ellerini tuttu. Kızın ürperdiğini hissedebilmişti. “Tanrılardan bile güzel olan bu prenses bana adını sunmayacak mı?”

“Adım Klytie” dedi kız kendini geri çekmeye çalışarak. Ama Apollon onun ellerini sıkı bir şekilde sarmalamıştı. “Ayrıca prenses değilim, küçük bir köylü kızıyım. İhtiyar ve zavallı babama bakmaktan başka bir işe yaramam.”

“Senin gibi güzel bir kız ya bir prenses olabilir, yada Aphrodite kadar büyülü bir tanrıça” dedi Apollon. Bu sözlerin kızı etkileyeceğinden adı gibi emindi. “ayrıca bundan sonra benim prensesimsin sarayımda kalacak benle birlikte yaşayacak ve çok saygın bir insan olacaksın. Hizmetkarların, uşakların, yaverlerin ve her istediğini yerine getirebilecek olan ben hizmetinde olacağım.”

Kız parlayan gözlerle Apollona baktı ve ona aşık olduğunu kulağına fısıldadı. “ama ben bunların hiç birini istemiyorum” dedi kız içerlemişçesine. “Benim tek dileğim hasta babamın iyileşmesi ve eski günlerdeki gibi dinç bir savaşçı olmasıdır. Lakin bu dileğim hiçbir zaman gerçek olmayacak, herkes onun öleceğini söylüyor.” Kız narin ellerini yüzüne gömdü ve dizlerinin üzerine çökerek ağlamaya başladı.

Apollon kızın bu halini görünce yüreğinde bir sızı hissetti ve “kalk bakalım” dedi “babanı birde ben göreyim, belki henüz her şey için geç değildir. Onu ayağa kaldırabilecek gücüm var. Ama birde şartım var babanı iyileştirirsem benim kadınım olacaksın ve konağımda yaşlanacaksın.”

“Babamı iyileştiremesen bile, yinede seninle gelirim” dedi Klytie ve Apollon’u elinden tutarak yaşadıkları küçük kulübeye götürdü. Apollon yatağında can çekişen adamı görünce ona acıdı ve Klytie’ye duyduğu aşkı uğruna adamın ömrünü uzattı ve onu iyi etti. Genç kız babasını ayakta ve gençleşmiş görünce kendisini Apollon’un kolları arasına bıraktı ve ona verdiği sözü tutacağını söyleyerek alnından öptü.

Apollon genç kızı kucakladı ve havada süzülerek Olympos’un yamacına getirdi. Kız sevdiği adamın güneş tanrısı olduğunu şimdi anlamıştı. Ondan korkuyor fakat bir o kadarda seviyordu. O gün Apollon’u ziyarete Ares geldi ve Klytie’nin tanrılara denk güzelliği ile karşılaşınca büyülendi. Onu elde etme isteğiyle yanıp tutuşmuş olsa dahi bunu Apollon’dan sakladı ve kıza nazik davrandı. Ares gidince Apollon kızı yatak odasına çıkardı ve güzel gözlerine uykuyu serpti.

Apollon ve Klytie her gece bıkmadan usanmadan birlikte oldular. Kızın aşkı her geçen gün ne kadar büyüyorsa, vicdansız apollonun aşkı o kadar soluyordu. Ölümsüz yaşantısını tek bir kıza adayamayacağını biliyordu ama bunu kıza söyleyemiyordu. Çünkü bu sözleri sarf etmek, kızın ölümle anlaşmasını onaylamak gibi bir şeydi. Apollon her şeyden vazgeçebilecek biriydi bu yüzden herkesi de kendisi gibi sanıyordu. Kızın bir aşk uğruna ölümü göze alabileceğini hiç düşünmüyordu.

Bir gece yatak odasına çıkacakları vakit Apollon kızın elini tuttu ve ona imalı bir bakış fırlatarak “babanı özlemedin mi?” diye sordu “onun yanından ayrıldıktan sonra onu hiç görmedin. Seni bir süreliğine onun yanına bırakabilirim. Sonra tekrar konağıma alırım. Hatta bu sefer babanı da buraya davet edebiliriz.”

Klytie sevinçle gülümsedi ve Apollon’un kucağına atladı. Bu habere çok sevinmiş gibiydi. Ama bir daha Apollon’u göremeyeceğini bilseydi, o gün hiç yaşanmamış olsun isteyecekti. “Bu habere çok sevindim sevgilim” dedi “inan bunu senden isteyecektim. Sadece biraz zaman geçmesini bekliyordum.”

Apollon onu kucağına aldı ve tekrar göklere yükseldi, Phtya kıyılarına gelmeden de hiç durmadı. Kızı ilk tanıştıkları günkü sahile bıraktı ve “seni bir gün sonra buradan alacağım” dedi “şimdi babana git ve hasretini gider.” Kız Apollonu öptü ve arkasını dönerek hızla koşmaya başladı. Apollon kız gözden kayboluncaya kadar orda durdu ve onu izledi sonrada Olympos’un yolunu tuttu.

Kız bir gün boyunca babası ile birlikte hasret giderdi ve ona yemekler yaptı. Babası o yokken tekrar hastalanmıştı. Kızda onu rahatlatmak için Apollon’la olan aşklarını anlatmıştı. Babası kızının bir tanrıça ile birlikte yaşayarak harikulade bir yaşam sürmesine epey bir sevinmiş hatta arada bir gözleri dolmuştu.Genç kız bir günün hızla akıp geçtiğini anlayınca babasıyla vedalaştı ve kumsala geri döndü. Apollonu beklerken zamanın nasıl geçtiğini hiç anlayamamıştı. Saatler geçiyor fakat denizin dalgaları arasından gelmesini beklediği biricik sevgilisi görünmüyordu. Şiddetli bir rüzgar esti ve kızın tüm vücudunu okşadı.

Genç kız kumsalda ki üçüncü gün doğumunu da izledi ve ümidinin solmaya başladığını anladı, Apollon geri dönmeyecekti. Gönlü bunu onaylamasa bile gerçeği anlamıştı fakat orayı terk etmeyi düşünmedi. Elbet bir gün gelecek diye düşündü ve gözlerini yumdu.

Uyandığında çok susamış ve acıkmış olduğunu hissetti. Su ihtiyacını tuzlu su ile karşılamıştı ama etrafında yiyecek bir şey bulamamıştı. Açlığa dayanabileceğini biliyordu o nedenle de kumsalı terk etme riskini göze almadı. Çünkü Apollon gelirde onu göremezse hemen geri döneceğinden endişeleniyordu. Bir süre sonra deniz suyu karnında farklı ağrılar hissetmesine neden olmuştu fakat sürekli içmeye devam ediyordu.

Neyse ki deniz tanrıçası Thetis genç kızın halini görmüş ona acımıştı. Onun bulunduğu kumsala çıktı ve başını okşayarak “üzülmekte haklısın kızım” dedi “tanrıların içinde en vefasız ve duygusuz olanına aşık oldun. Apollon seni ne kadar sevmiş olsa bile bu hiçbir şeyi değiştirmez. O geri dönmeyecek. Burada oturup onun yasını tutma evine dön ve ölmekte olan babanla ilgilen, onu da kendin gibi kaderi ile baş başa bırakma.”

Bu sözleri duyan Klytie gene ağlamaya başladı ve göz yaşları 1 hafta boyunca hiç durmadı. Kimi zaman göz yaşları ile kimi zamanda deniz suyu ile ihtiyacını karşılıyordu fakat hiç yemek yemiyordu. Tam bir hafta boyunca tanrılara dua etti ve Apollon’u lanetledi. Onu seviyor fakat bir o kadarda nefret ediyordu.Kız bir haftanın sonunda son suyunu da içti ve gözlerini bir daha açmamak üzere yumarak Hades’e yapacak olduğu yolculuğuna çıktı. Göz yaşları tam bir yıl boyunca kurumadı ve Apollon oradan her geçişinde orada oturarak ağladı. Göz yaşları kuruduğu vakit tanrılar tarafından korunan ve ilk günkü kadar güzel görünen Klytie’nin vücudunu kucakladı ve ilk ellerini tuttuğu yere götürerek onu oraya gömdü.

Kıza eşsiz bir hediye vermesi gerektiğini biliyordu. Sonunda onun anısı için yeni bir çiçek yaratmaya karar verdi ve onu gömdüğü yerin üstüne heliotrope (gün çiçeği) adını verdiği bu çiçeği dikti. Sonrada bir süre kızın mezarını gözyaşları ile ıslattıktan sonra Olympos’un zirvesine doğru yola çıktı ve kısa bir süre sonra genç kızın adını bile unuttu.

Ama Klytie onu hiç unutmadı. Ölüm bile aşkın acısını onun ruhundan uzaklaştıramamıştı. Apollon’un kızın üstüne diktiği gün çiçeği her gün güneşi izledi ve batınca da boynunu büktü. Klytie’nin Apollon’a duyduğu ölümsüz aşk hiç sona ermedi…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder